by Rasih Bensan 29 Temmuz 2012
“ Savaşı biz kazandık” demişti sınıf arkadaşım. “Hayır biz kazandık” diye cevap verdim. “ Siz daha çok şehit verdiniz, demek ki biz kazandık” diye itiraz etti. “ Evet ama şehit sayısı değil sonuç önemli, siz Çanakkale’yi geçememiştiniz”.
Tarih dersi için yeni bir öğretmen gelmişti. Hiçbirimizi tanımıyordu. Sıra Gelibolu Savaşlarına gelmişti. Çok anlaşılır şekilde anlatıyordu. Kitap ta güzel anlatıyordu, ödevimiz o akşam kitaptan Gelibolu Savaşlarını okumaktı. Kitaptan 40 yıl önce okuduğum bazı satırları hiç unutmam : “ Türkler Gelibolu’da stratejik bir tepeyi ele geçirmek için sürekli taarruz ediyorlardı. Her taarruzda yüzlerce şehit veriyor ama yılmıyor tekrar tekrar taarruz ediyorlardı. Verdikleri şehitlerin yüksek sayısı kararlılıklarını azaltmamış ve taarruzların hızı kesilmemişti. Sonunda Mustafa Kemal komutasındaki Türk Birlikleri stratejik tepeyi ele geçirmişlerdi”.
Öğretmen bu konuyu en az 3 ders işledi ve sınıfın dikkatini topladı. Öğrencileri teker teker tanımaya başlamıştı. Birgün beni dersten sonra çağırdı. Eyvah dedim, ödevimi beğenmedi. Bana : “ Rasih, duyduğuma göre sen Türk’müşsün galiba”dedi. Evet dedim, sınıftaki hatta o zamanlar okuldaki tek Türk bendim. O günden sonra benimle çok yakından ilgilendi. Öğretmen ve kitap Gelibolu Savaşlarını anlatırken Türkler’i küçümseyen hiçbir ifade kullanmıyor, tersine övüyor ve Türkler’den düşman diye dahi bahsetmiyordu. Ama İngilizlerden sitem ile bahsediyordu. Çünkü Avustralya ve Yeni Zelanda o tarihlerde İngilizler’e bağlıydı ve ANZAC’ları Birinci Dünya Savaşı’na uşakları olarak sokan İngilizlerdi. Yıl 1971’di. Avustralya’nın Sydney şehrinin Dover Heights semtinde Dover Heights Boys High School’da Avustralya tarihi dersinde anlatılmıştı bu konular.
1915 – 1916 yıllarında İngilizler Avustralya ve Yeni Zelanda’dan topladıkları yaşları 19 -24 arasında olan çiftçi ailesi oğulları okyanusları aşarak önce Mısır’a götürmüş orda birkaç ay eğittikten sonra Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin emrinde savaşmak için bir kısmını Avrupa’ya Almanlarla savaşmaya ama büyük kısmını ise Gelibolu’ya Türklerle savaşmaya göndermişlerdi. Gelibolu’da her iki taraftan da binlerce insan şehit olmuştu, şehit sayıları hakkında tarihçiler hala mutabık değiller ama çok şehit verildiği kesin. Bazı ANZAC askerlerinin hatıra defterlerinden Gelibolu’da aralarında sadece 10 – 15 metre olan Türk ve ANZAC siperleri arasında ateşkesler esnasında yardımlaşma hatta ahbaplık olduğu karşılıklı saygı geliştiği yazılı. Ateşkes bitince ise birbirlerini öldürmeye başlıyorlardı. Garip bir savaştı. Hatta resimde gördüğünüz heykelde bir Türk askeri yaralı bir Avustralyalı askeri taşıyor. Bu gerçek bir hikaye. Vurulan bir Avustralya’lı asker yardım için feryat etmiş. Türk ve ANZAC siperleri arasında sadece 9 metre var. Bir Türk askeri siperinden çıkıp Avustralyalı yaralı askeri kucaklayarak Avustralyalıların siperine kadar taşımış ve kendi siperine dönmüş. Kimse ona ateş etmemiş.
Zaman şeridini ilerletip 1915-1916 dan tekrar 1971 yılına gidelim. Osmanlı İmparatorluğu’nu Almanya’nın uşağı olarak Birinci Dünya Savaşına sokan Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili ENVER PAŞA’nın oğlu ALİ ENVER AKOĞLU Avustralya’nın Sydney şehrine yerleşmiş İsveçli güzel ve zarif bir kadınla evlenmişti. Çok sevimli bir sosis köpekleri vardı. Bize her ziyarete geldiklerinde köpeklerini de getirirlerdi. Kedimiz o köpek gelince evde saklanır köpek gidinceye kadar saklandığı yerden çıkmazdı. Ali Enver Akoğlu doğa yürüyüşü ve dağcılık meraklısıydı.
Avustralya’da sadece kışın karlı olan bir karlı dağlar bölgesi vardır. 1971 yılında en meşhur kayak kasabası Thredbo civarında kendisi, eşi ve köpekleri kışın karda trekkinge gitmişlerdi. İki gün dönmemişlerdi ve arama kurtarma ekipleri onların peşine düşmüştü. Yoğun sis vardı aramalar 2 gün sonuç vermiyordu. Tam ümidi kesmişlerdiki Ali Enver’in eşini ve köpeğini bitkin bir halde sisin içinde karların üstünde dolanırken bulup kurtardılar. Ali Enver’i ise 3 gün daha aradılar, sis dağılınca helikopterden gördüler. Bir uçurumun dibinde akan bir nehir kenarında yatıyordu kafası suyun içinde kalmıştı. Uçurumdan ayağı kaymış dereye yuvarlanmış kafasını bir kayaya vurmuş bayılmış ve kafası suyun içinde kaldığı için boğularak hayatını kaybetmişti.
Naaşı uçakla Türkiye’ye gönderilecekti. İsveçli karısı razı oldu. Gönderilmeden bir gün önce Türkiye’nin Sydney Başkonsolosluğuna bir telefon geldi. Telefon eden bir ANZAC temsilcisiydi ve şöyle demişti : “ Duydukki Gelibolu’da 1915 – 1916’da savaştığımız Türklerin başkumandan vekili ENVER PAŞA’nın oğlu bizim topraklarımızda şehit düşmüş. O bizim şehidimiz sayılır. Onun için Türk Hükümeti izin verirse ANZAC’lar olarak şehitler için düzenlediğimiz devlet töreni düzenlemek isteriz”. Türkiye’nin Sydney Başkonslosluğu bu talebi telgrafla Ankara Dışişleri Bakanlığı’na sordu ve gerekli izni aldı. Ali Enver’in naaşı Sydney havaalanından uçakla Türkiye’ye gönderilmek üzereyken ANZAC’lar devlet töreni için havaalanına kalabalık bir grup olarak gelmişlerdi. Çok sert bir rüzgar vardı. Buna rağmen Gelibolu’da savaşmış ve yaşları 90lara yaklaşmış olan bazıları tekerlekli sandalyede, işitme cihazı kullanan ve görme duyuları zayıflamış birkaç Avustralya gazisi de törende hazır bulunmuşlardı. Naaş başında ANZAC’lar adına bir temsilci kısa konuşma yapıp Ali Enver’in kim olduğunu anlattıktan sonra Avustralya askerleri tüfekle 3 kez saygı atışı yapıp saygı duruşunda bulunmuş ve naaş uçağa yüklenirken selam vermişlerdi. Her yıl 25 Nisan’da ANZAC’ların genç torunları binlerce sayıda Gelibolu’ya gelir dedelerinin denizden sabaha karşı yaptıkları ilk çıkarmaları anmak için şafak ayini yaparlar. Her iki taraftan binlerce şehidin verildiği bu savaşta özellikle Avustralya ve Yeni Zelanda tarafı Türkler’e derin bir saygı geliştirmiştir.